Türk siyasetinin önemli isimlerinden olan ve iki dönem CHP Zonguldak milletvekilliği, üç dönem de İzmir’den CHP milletvekilliği yapan hukukçu ve yazar Kemal Anadol, Ege’de Sonsöz gazetesinde dikkat çeken bir yazı yazdı.
Daha önce yayımlanan “Filmi Geriye Sarınca” adlı kitabından alıntılardan oluşan yazıda Anadol, “Bugün ülkemizdeki ekonomik, sosyolojik, stratejik kaosun ana nedenlerinden başında siyaset kurumunun çürümesi gelmektedir. Ülkenin sorunlarını çözecek siyaset adamlarının bizatihi sorun olmalarından kaynaklanmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Anadol’un yazısında şu ifadeler yer aldı:
Aşağıdaki satırlar daha önce yayınlanan “Filmi Geriye Sarınca” adlı kitabımdan alıntıdır: (Doğan Kitap, İstanbul, 2015)
“Ragıp Gümüşpala’nın 1964 Haziranında ani ölümünden sonra toplanan Adalet Partisi (AP) Büyük Kongresinde Saadettin Bilgiç’i yenerek Genel Başkan seçilen Süleyman Demirel, 1965 seçimlerinde de yüzde 52 oyla partisini tek başına iktidar yapmış ve Başbakan olmuştu. Demirel kampanya için Ereğli’ye geliyordu.
O gün partiye erken gittim. Tanımadığım iki adam içeri girdi. Demirel, Morrison firmasının müteahhidi iken işçileri için kumanya almış. Bunlara borçlanmış ve bugüne kadar ödememiş. Şimdi CHP mikrofonundan alacaklarını isteyeceklermiş. Bana bunları anlatıyorlardı. Yüz ifadelerinden izin vereceğim kanısına vardıklarını anladım. Canım sıkılmıştı. ‘Burası CHP İlçe Merkezi; icra dairesi değil’ dedim. ‘Ayrıca sizi ilk kez görüyorum. Partili de değilsiniz. Bunları duymamış olayım.’ Adamlar hiçbir şey söylemeden çıkıp gittiler. Parti görevlisini çiçekçiye gönderip güzel bir buket yaptırdım. Sürekli anonslardan sonra Demirel geldi. AP ile aynı kattaydık. İncecik açılan, üstüne kavrulmuş kıyma ve soğan konduktan sonra kapanan hamura, fırından çıkınca da içine tereyağı ile çırpılmış yumurta eklenen ünlü Ereğli pidesi konuklara sunulan en önemli ikramdı. Elimdeki buketle içeri girdiğimde Demirel iştahla atıştırıyordu. Yanındakiler beni kendisine tanıttılar. Ayağa kalktı. ‘Hoş geldiniz Sayın Başbakan’ dedim. Çiçeği verdim. Çok memnun oldu; hararetle elimi sıktı. ‘Efendim’ dedim. ‘Bir konuyu arz edebilir miyim?’ Başını sallayarak onay verdi. ‘İktidar partisinin adayı seçilmezse, Ankara’dan yardım alınamayacağı yolunda ısrarlı propaganda yapılıyor. Bu doğru mudur?’ sorusunu yönelttim. Başbakan durdu, biraz düşündü. Herkes ne söyleyeceğini merak ediyordu. ‘Türkiye Cumhuriyeti aşiret değildir’ dedi. ‘Nasıl iktidar partisinin adayı kazanınca normalin üstünde bir muamele yapılmayacaksa, muhalefetin adayı kazanınca da normal haklarını kısmak mevzubahis olmayacaktır.’
İzin istedim ve sevinerek ayrıldım. Partililerden olumsuz davranışlardan kaçınmalarını istedim. Olay ertesi gün çıkan ulusal basın organlarında yer aldı. Genel Sekreterimiz Bülent Ecevit telefonla arayarak kutladı. ‘On beş gündür Demirel’i bu konuda sıkıştırıyorum. Aferin sana, bu yanıtı alman ülke düzeyinde işimize yarayacak.’
Anlattığım olay anlaşılacağı gibi Karadeniz Ereğlisi’nde gerçekleşmişti. ERDEMİR Demir Çelik fabrikalarını iki ABD firması kuruyordu. Kazıkları Morrison-Knudsen çakıyor, Foster Wheeler Services de genel makine ve teçhizat montajını gerçekleştiriyordu. Çileği ile ünlü Ereğli artık çeliğe dönüşmenin sorunlarını yaşıyordu. Ani bir nüfus patlamasına tanık oluyorduk. Süleyman Demirel Morrison firmasının temsilcisiydi. Ereğli onun iş merkezi ve karargahıydı. AP’ne genel başkan olunca da adı Morrison olarak anılmaya başladı: Morrison Süleyman!
Ereğli kent merkeziyle yüz kırka varan köylerini yakından tanıyan Demirel Ereğli’ye bu kez Başbakan sıfatıyla geliyordu. Ben de 28 yaşında çiçeği burnunda CHP İlçe Başkanıydım. CHP Ereğli’de ilk kez yerel seçimlere (1969) iddialı bir şekilde giriyordu. Durgun denize Ecevit’in attığı “Ortanın solu” taşını dalga dalga yaymak bizim görevimizdi.
Çok az karşılaşılan örnekler dışında partilerde yükselmek ehliyet ve liyakatla doğru orantılıydı. Bugünkü gibi testiyi kıranla suyu getiren aynı muameleye tabi tutulmuyordu. Hatta suyu getiren cezalandırılıp testiyi kıran ödüllendirilmiyordu! Önseçim esastı. Hem iktidar hem de muhalefet partileri yerel ve genel adaylarını önseçimle belirliyorlardı.
Bugün bilerek veya bilmeyerek “Eski Türkiye” yaftasıyla kötülenen o günün Türkiye’sinde parti liderleri her seçim öncesi hep birlikte TRT ekranlarında bir araya gelir halkın önünde uygarca tartışırlardı. Siyasal ortam bugünkünden çok daha hoşgörülüydü. Çocuklarımızın televizyon haberlerini izlemesinde hiçbir sakınca yoktu. Çünkü kimsenin ağzından “Alçak, namussuz, cibilliyetsiz, vatan haini” suçlamaları çıkmazdı. “Milli irade” adına millet kamplara ayrılmaz, milletin bütünlüğü zarar görmezdi.
Kaht-ı rical Osmanlıca devlet adamı kıtlığı anlamına geliyor. Bugün ülkemizdeki ekonomik, sosyolojik, stratejik kaosun ana nedenlerinden başında siyaset kurumunun çürümesi gelmektedir. Ülkenin sorunlarını çözecek siyaset adamlarının bizatihi sorun olmalarından kaynaklanmaktadır. Siyaset sahnesinde olan bitenleri ibretle, hayretle ve dehşetle izleyen halkın hançeresinden çıkan “Neredeen nereeeye” feryadını bile elinden almaya kalkışmayın hiç olmazsa!”