Paranın ne olduğu ve Merkez Bankalarının ekonomideki rolü konuları iktisadi yazının en önemli tartışma alanları arasındadır. Ben de bu mülakatta para ve Merkez Bankası kavramlarına açıklık getirmeye çalışarak tartışmaya katılmak istiyorum. Bu sayede yaygın öğretiye alternatif görüşlerin daha görünür olmasına katkım olabilir.
PARA ARZI, KREDİ TALEBİ VE KAMU HARCAMALARI SONUCU ARTAR
Üniversitelerde yaygın olarak anlatılan Neo-Liberal Ortodoks iktisadi görüşün aksine Heterodoks iktisat paranın kıt bir varlık olmadığı görüşünü belirler. Bu düşünce farklılığı Heterodoks iktisadın politika tasarımında farklılaşmasına neden olur ve bu aynı zamanda paranın kıt ve Merkez Bankaları tarafından kontrol edilebilen bir varlık olduğu yönündeki Ortodoks görüşe bir karşı duruştur. Heterodoks iktisadın bu karşı duruşu içsel para kuramı altında derin bir literatür oluşturmuştur. Bu kuram özetle para talebinden bağımsız bir para arzı olmayacağını öne sürmektedir. Daha açık olarak para arzı Merkez Bankaları tarafından dışsal olarak yaratılmaz aksine kredi talebi ve/veya kamu harcamalarının sonucu olarak artar.
PARA, SIFIR FAİZLİ VE SONSUZ VADELİ BİR BORÇ SENEDİDİR
Dolayısıyla para, fiyatı arz ve talebe göre belirlenen arzı sınırlı bir mal değildir. Para, hane halkı, firmalar ve devlet arasındaki sözleşmedir yani bir borç ilişkisi, bir sözleşmedir. Yani para bir borç senedidir; Sıfır faizli ve sonsuz vadeli bir borç senedi. Para aynı zamanda devletin vergi ödemeleri için kabul ettiği herhangi bir şeydir. Özetle para, devletin vergi dâhil tüm borç ilişkilerinden kabul ettiği bir borç senedidir. Para bir borç ilişkisi olduğundan aynı zamanda bir kredidir, kredi de paradır. Tüm bu özellikleri ile para toplumsal bir yapıdır ve bölüşüm ilişkilerinin merkezindedir.
MERKEZ BANKALARI FİYAT İSTİKRARI GÖREVİ ÇERÇEVESİNDE, İŞSİZLİK ORDUSUNUN BÜYÜSÜMESİNE NEDEN OLMAKTA
Merkez Bankaları ilk kuruluş amaçları bakımından hazinenin kasası olma görevi verilmiş kurumlardır. Merkez Bankaları açık biçimde kamu harcamalarının kredi verenidir veya kuruluş amaçları budur. Merkez Bankaları aynı zamanda bankaların bankası ve son kredi verendir. Dolayısıyla Merkez Bankalarının ikici varlık sebebi bankaların likidite darboğazına girmelerini ve olası finansal krizleri önlemektir. Bu konumu Merkez Bankalarına ikinci bir görev olarak finansal istikrarı sağlamak sorumluluğu yüklemiştir. Ancak 1980 ve sonrası uygulamaya konan Monetarizim veya Neo Klasik uzlaşı—Washington Konsensüs (1986) Merkez Bankalarına aslında sahip oldukları araç seti çerçevesinde üstlenmemeleri gereken ve oluşum amaçlarına aykırı biçimde fiyat istikrarı görevi yüklemiştir. Merkez Bankalarına yüklenen fiyat istikrarını sağlama görevi parayı kıt bir mal olarak kabul eden ve onu bölüşüm ilişkilerinden soyutlayıp ödeme aracına indirgeyen Ortodoks iktisadi düşüncenin ürünüdür. Merkez Bankalarına bu görevin verilmesi sınıfsal bir tercihtir ve finans kapitalin-bankaların ve tekelci sermayenin çıkarlarını kollamaya ve onlara faiz ve kamu borçlanması üzerinden rant yaratmaya yöneliktir. Diğer yandan Merkez Bankaları kendilerine verilen fiyat istikrarı görevi çerçevesinde uyguladıkları politikalarla yedek işsizlik ordusunun büyümesine, işsizliğin artmasına yol açarak emek ücretlerin baskılanmasına ve ulusal artı değerin büyük bir bölümünün gerek tekelci gerekse finansal sermayenin eline geçmesine yani kapitalistler lehine bölüşüme neden olmaktadır.
ORTODOKS İKTİSADİ DÜŞÜNCENİN ANLATTIĞI HİKAYE, GERÇEKLERDEN ÇOK FARKLI
Burada bir parantez açarak bankaların bu düzen içindeki rollerine değinmek gerekiyor. Çünkü Ortodoks iktisadi düşüncenin ya da yaygın iktisadi görüşün anlattığı hikâye gerçeklerden çok farklıdır. Bu hikâyede bankalar tasarruf edenlerle kredi/borç talep edenler arasında aracı kurum olarak anlatılmaktadır. Buna göre Merkez Bankası parayı basar ve piyasaya arz eder (helikopterle dağıtır) ve bu para bir biçimde tasarruf sahibinin mevduatı olarak ortaya çıkar bankalarda bu mevduattan zorunlu karşılığı ayırarak kredi verir. Bu durumda para arzı 1/n kadar artar, buna para çarpanı demektedirler.. Bir biçimde bankadaki 100 TL mevduat zorunlu karşılıkları %10 kabul edersek 1/0.10 = 10 olacak biçimde yani 10 kat artar. Böylece bankalar 100 TL mevduattan 1000 TL para yaratmış olurlar. Öte yandan ABD, Kanada vb birçok ülkede zorunlu karşılıklar %0 olarak kabul edilmiştir. Bu durumda bankalar 1/0 formülünden sonsuz para yaratabilmektedir. Burası ilginçtir zira paranın kıt bir mal olduğunu öne süren iktisadi görüş aynı zamanda bankaların sonsuz para yaratabilmesine dayalı bir para arzı formülüne sahiptir. Bu konudaki en saçma görüşü sosyal medya fenomeni meşhur finansçı prof açıklamıştır. Ona göre bankalar Merkez Bankalarından borç alıp kredi vermektedir. Elbette çok hatalı bir görüştür, cahilliktir.
TASARRUFLAR YATIRIMLARI DEĞİL, YATIRIMLAR TASARRUFLARI BELİRLER
Gerçekte ise bankalar ödünç verenlerle borç alanlar arasında bir finansal aracı değildir. Bankalar para yaratan kurumlardır. Bankalar mevduattan kredi vermezler aksine kredi vererek mevduat yani para yaratırlar. Dolayısıyla para arzını kredi talebi belirler. Kredi talebini belirleyen ise firmaların yatırım talebidir. Firmaların yatırım talebini ise firmaların gerek yurt içi gerekse dışa açık bir ekonomideki dış talep beklentileri belirlemektedir. Yani ilgili ekonomide gelirlerin artacağına yönelik beklentiler veya ihracatta artış beklentisi firmaların yeni yatırım yapmalarına dolayısıyla da kredi talep etmelerine neden olacaktır. Burada bir başka yanlış anlatıya da değinmek gerekiyor ki o da yatırımların tasarruflarla fonlanmadığıdır. Yatırımlar kredilerle finanse edilmektedir. Bu çerçevede tasarruflar yatırımları belirlemez yatırımlar arttıkça yani yeni istihdam, üretim ve gelir arttıkça tasarruflar da artar. Bu da demektir ki tasarruflar yatırımları değil yatırımlar tasarrufları belirler.
BANKALAR KREDİYİ, KREDİ TALEBİ KADAR YOKTAN YARATIRLAR
Burada ikinci bir paragraf açıp bankaların Merkez Bankası ve Hazine ile olan ilişkilerine değinmek gerekiyor. Kredi yaratım sürecinden Merkez Bankalarına eşlik ederler. Yukarıda belirttiğim gibi bankalar kredi vermek için bir kaynağa ihtiyaç duymazlar, mevduattan kredi vermezler ya da Merkez bankasından borç alıp kredi vermezler. Bankalar krediyi kredi talebi kadar yoktan yaratırlar. Merkez Bankası dahil bankacılık sisteminin bilançosu aktiften pasife doğrudur. Yani bankalar aktiflerini büyütürken pasif tarafı da büyütmüş olurlar. Kredi vererek aktiflerini büyütürken aynı zamanda mevduat yaratırlar ve pasifleri de artmış olur. Bankalar sadece kredi vererek değil aktiflerini büyüten herhangi bir varlığı satın alarak da para yaratırlar örneğin hazine borçlanma kağıtlarını satın almak gibi. Burada bir başka tartışmada faiz kavramı ile ilgilidir.
KREDİ YARATIM SÜRECİNDE BANKALARIN MERKEZ BANKASI İLE İLİŞKİLERİ
Kredi yaratım sürecinde bankaların Merkez Bankası ile ilişkileri kredi verip mevduat yarattıktan sonra başlar. Bankalar bu mevduat karşılığı zorunlu karşılıkları kredi –mevduat yaratımından 14 gün sonra Merkez Bankasının pasifinde yer alan hesaplarına yatırmak zorundadırlar. Bankalar bu zorunlu karşılık kadar parayı Merkez Bankasından borçlanabilirler, mevduat toplayabilirler veya tahvil satarak karşılayabilirler. Eğer Merkez Bankaları para yaratım sürecine tam eşlik etmezse Kavcıoğlu döneminde olduğu gibi mevduat ve kredi faizleri ile MB politika faizi arasındaki marj açılır. Bu açık bir politika tercihidir. Yani politika faizini yükseltmeden kredi faizleri artırılmıştır. Bunu biraz açalım;
BANKALARIN TEKELLEŞME GÜCÜ ARTTIKÇA MEVDUAT FAİZİ İLE KREDİ FAİZİ ARASINDAKİ FARK FAZLA OLUR
Ortodoks iktisadi düşüncenin aksine Heterodoks içsel para görüşüne göre faiz piyasada belirlenmez. Faizleri Merkez Bankaları belirler. Yani faiz dışsaldır. Merkez Bankası politika faizi mevduat faizlerinin temelini oluşturmaktadır. Merkez Bankası politika faizi paranın yaratım maliyetidir. Eğer yukarıda söylediğim gibi Merkez Bankası kredi yaratım sürecine tam eşlik ederse politika faizi ile mevduat faizi neredeyse bir birine eşit olur, marj oluşmaz. Kredi faizi ise bankaların mevduat faizine mark-up eklemesi ile elde edilir. Mark-up piyasa gücünün getirdiği marjdır. Bu durumda bankaların tekelleşme gücü arttıkça mevduat faizi ile kredi faizi arasındaki fark da fazla olacaktır. Şimdi gelelim bankaların Hazine ile olan ilişkilerine.
HAZİNE’NİN DOĞRUDAN MERKEZ BANKASI’NDAN AVANS ALMASININ ÖNÜ KAPANMIŞTIR
1980 Neo liberalizmi ile birlikte pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de Hazinenin doğrudan Merkez Bankasından avans almasının önü kapanmıştır. Ayrıca Hazine kağıtları doğrudan Merkez Bankasına satılamamaktadır. Hazine kağıtları önce piyasa yapıcı bankalara satılmakta ve sonra ikincil piyasa oluşmaktadır. Merkez Bankasının bankalarla yaptığı repo ve ters repo işlemleri ile kamu kağıtları alıp satması piyasa likiditesine yönelik bir işlemdir ve kredi yaratımı ile ilgisi yoktur.
DEVLET YARATTIĞI PARAYI HARCAR
Bir ülkede para arzı artışı üç biçimde gerçekleşir. Bankaların kredi vermesiyle, kamu harcamaları yoluyla ve dış fazlası vererek. Şimdi bunu niye söylüyorum. Para devlete ait bir varlıktır aynı zamanda. Devletin harcama yapması için borçlanmasına veya vergi toplamasına ihtiyacı yoktur. Devlet yarattığı parayı harcar. Bunun ne önemi var;
TEKELCİ SERMAYENİN KOBİ’LERİ ELE GEÇİRMELERİNE YOL AÇAR
Şimdi tekrar Neo-liberal görüşün Merkez Bankalarına verdiği fiyat istikrarı görevinin buradaki işlevine bakalım. Fiyat istikrarı görevi enflasyonun nedeninin ekonominin aşırı ısınmasına yani yüksek talebe bağlayan bir düşünceye dayanır. Bu durumda sıkı para ve ona eşlik etmesi gereken sıkı maliye politikası bir başka değişle borç yönetimi istenir. Sıkı para politikası kredi kısıtlaması ve yüksek faize dayanır. Aynı zamanda ücret-fiyat sarmalı varsayımına bağlı olarak ücret baskısı istenir. Yüksek faiz ve ücret baskısı işletme sermayesi için krediye bağımlı KOBİ’leri hem nakit akımlarını azaltarak hem de borçlanma maliyetini yükselterek iflasa sürükler. Bu durumda işsizlik artacağından yedek işsizlik ordusu büyür ve emekçilerin düşük ücrete razı olmalarına olanak sağlar. Bu aynı zamanda tekelci sermayenin KOBİ’leri ele geçirmelerine ve tekelci güçlerini artırmalarına fırsat tanımaktadır.
VERGİLERİN TABANA YAYILMASI SÖYLEMİ DOLAYLI VERGİLERİN ARTMASINA YOL AÇAR
Diğer yandan yüksek faiz, MB ile borçlanma ilişkisi kapatılmış Hazine’den bankalara yüksek faiz harcaması sayesinde servet yaratılmasına olanak sağlar. Hazinenin bu biçimde faiz borcu artarken yine enflasyon hedeflemesi gereği uygulanan faiz dışı bütçe fazlası faiz ödemeleri hariç kamu harcamalarının kısılmasına yöneliktir. Ayrıca vergilerin tabana yayılması söylemi ile zenginlerin ödemesi gereken vergiler topluma yayılırken, artan kamu borçları faiz dışı fazla hedefi nedeniyle dolaylı vergilerin artmasına, kamunun yönettiği yönlendirdiği malların fiyatlarını artırmaktadırlar. Örneğin benzine, sigaraya zam veya ÖTV artışları gibi. Elbette bu artışlar tekelci sermayenin kendi ürünlerine maliyetin daha üstünde zam yapmasına da fırsat yaratmaktadır. Yani enflasyonla mücadele ediyoruz dedikleri araçlarla enflasyonu beslemektedirler. Kaldı ki kalıcı yüksek faiz de işletme maliyetlerini artırarak ve yüksek enflasyon beklentileri ile (halkın değil oligopolcü-tekelci firmaların beklentileri veya arzuları diyelim) yapılan fiyatlamalar sonucu enflasyonu yükseltmektedir.
PARA FİNANS KAPİTAL İÇİN YARATILIRKEN HALIN ÇIKARLARI GÖZ ARDI EDİLİR
Faiz dışı bütçe fazlası hedefine bağlı olarak kamu harcamalarının küçültülmesiyle devlet yatırımlarını azaltır, tarıma desteği kısar, memuruna işçisine daha az ücret vermek ister ve sosyal devlet harcamalarını azaltır. Toplumsal bir yapı olan para finans kapital için yaratılırken halkın çıkarları ve toplumsal ihtiyaçlar göz ardı edilir. Bunlarla birlikte sosyal devletin küçültülmesi eğitimden sağlığa, madenciliğe vb bir çok alanda özelleştirmelere ve tekelci sermaye için yeni rant alanlarının açılmasına da olanak sağlar. Sanırım enflasyon hedeflemesi ve Merkez Bankalarına fiyat istikrarı görevi verilmesi daha iyi anlaşılmıştır.
TÜRKİYE GİBİ ÜLKELERDE BU DURUM KÜRESEL FİNANSA FİNANSA TAM BAĞLILIK İLİŞKİSİNE DÖNÜŞÜR
Ülkelerin dış fazla vermesini para arzını artıran bir faktör olarak belirtmiştim. Dış açık vermeleri ise buna cari açık diyelim. Kronik cari açık aynı zamanda ilgili ülkenin dış borç stokunu büyüten bir sorundur. Yani cari açık verdikçe para arzı azalır yani cebinizdeki para-mevduat dışarıya çıkar. Kendi para birimi ile ticaret yapamayan bir ülkenin dış açık vermesi onun dışarıya borçlandığını göstermektedir. 1990 kararları ile küresel sermaye hareketlerine tam serbestiyet veren Türkiye gibi ülkelerde bu durum küresel finansa tam bir bağımlılık ilişkisine dönüşür. Zira küresel sermaye hareketlerinin artması ithalata bağımlılığınızı artıran ve cari açığınızı büyüten bir sonuç yaratır. Bu durumda ithalat yapabilecek dövize ulaşamamanız ödemeler dengesinde krize ülke ekonomisinin üretim ve istihdam kaybına neden olur. Bu bağımlılık ilişkisi ilgili ülkenin MB politika faizinin küresel faize buna ABD-Fed politika faizi diyelim bu faize tam bağımlı olmasına neden olur. Zira Bretton Woods sistemi ile kurulan Dolar Hegemonya parasal hiyerarşisi gereği tam sermaye hareketlerinin olduğu koşulda politika faizini Fed politika faizi ile uyumlaştırmazsanız yabancı sermaye ülkenizin terk eder ve ödemeler dengesi krizine girebilirsiniz. Daha açık olarak küresel sermayeye ülkenize serbestçe girip çıkabiliyorsa bağımsız para politikasından söz edemezsiniz (ikili açmaz). Ortodoks iktisadın bağımsız Merkez Bankası söylemi bir aldatmacadır. Kendi hükümetinden, halkın çıkarlarından bağımsız ama küresel ve işbirlikçi yerel finans kapitalin çıkarlarına ve isteklerine bağımlı bir Merkez Bankasıdır istenilen. Eğer ki ülkenizde faaliyet gösteren yabancı bankaların toplam ağırlığı artarsa küresel finansla bağımlılık ilişkiniz daha da artar ve ekonominiz krizlere daha açık hale gelir. Zira toplumsal bir sözleşme ve dolayısıyla topluma devlete ait olması gereken parayı yaratma gücünü yabancılara bırakmış olursunuz.
MASALSI KITLIK PRENSİBİ ÜZERİNDEN FAİZ KAZANDI ELDE EDEN KUUMLAR
Toparlayacak olursak bankalar, gerçekte bir ödeme vadi ve üretim maliyeti (politika faizi diyelim) aslında sıfıra yakın olan parayı yaratan ama masalsı kıtlık prensibi anlatısı üzerinden faiz kazancı elde eden kurumlardır. Öyle ki, para ve maliye politikası araçları küresel ve yerel bankaların çıkarları için kullanılmaktadır. Bu duruma karşı bankacılık sistemi kamusal olmalı ve tıpkı Cumhuriyetin kuruluş döneminde olduğu gibi özel görevler üstlenmelidirler.. Merkez Bankası ve Hazine arasında borçlanma ilişkisi, hazine avansları yeniden kurulmalı, kamu kağıtlarının alım satımı doğrudan yapılmalıdır. Buna en çok bankalar üzülecektir ancak toplumsal faydası yüksektir. Lenin’in tek banka önerisi bağlamında Merkez Bankasının tek banka olarak faaliyet göstermesi elbette mümkündür ancak bu başka bir tartışma konusudur.
Esen Kalın…
Bazı Okuma Önerileri:
Randall Wray. A Post Keynesian View of Central Bank Independence, Policy Targets, and the Rules versusDiscretion Debate. Journal of Post Keynesian Economics, Vol. 30, No. 1 (Fall, 2007), pp. 119-141
Richard A. Werner. Can banks individually createmoney out of nothing? — The theories and the empirical evidence. International Review of Financial Analysis 36 (2014) 1–19
Steve Keen (@profstevekeen) Money and Macroeconomics from First Principles, for Elon Musk and Other Engineers
www.patreon.com/Ravelation
https://profstevekeen.substack.com/
www.patreon.com/profstevekeen
https://book.stevekeenfree.com/
Deutsche Bundesbank. The role of banks, non- banks and the centralbank in the money creation process. Monthly Report April 2017.
H. Cömert and T. S. Öncü, “İkili Açmaz çerçevesinden Türkiye’de yakın dönem Merkez Bankacılığı ve kur krizlerini anlamak,” ODTÜ Gelişme Dergisi, vol. 50, no. 1, pp. 115–169, 2023, Accessed: 00, 2023. [Online].
http://www2.feas.metu.edu.tr/metusd/ojs/index.php/metusd/article/view/1283.